Bir ebeveynlik danışmanı olarak, sık sık “Bebeğim tam bir melekti, derken bir canavara dönüştü” diyen, şaşkın ve kafası karışık velilerle karşılaşıyorum. “Ben her şeyi doğru yaptım. Sakin bir doğumla dünyaya geldi, hala her istediğinde emziriyorum, hala yanımda uyuyor ve onu hep kucağımda taşıdım. Şimdi neden bu kadar zor bir çocuk oldu?” (2, 3 veya 4 yaş)
Bahsettikleri aslında sağlıklı bir sevgi ile beslenmiş çocukla kurulmuş derin bir bağlanma ve güven ilişkisinin harika bir sonucudur. Küçük çocuk, anne ve babasına katıksız güvenir ve bu güven içinde, haklı olarak, onların hep yanında olduğunu ve güvenli bir şekilde kanatlarını açmakta özgür olduğunu varsayar. Ancak genç insanların uçmayı deneme yöntemleri, yetişkinlerin her zaman işine gelmez.
Mesela çocuğun, çamurla oynaması, suyla deneyler yapması, bir şeyleri parçalarına ayırması, fazla enerjisini sarfetme ihtiyacı ya da saatlerce izlenmesi, kucakta tutulması veya ona kitap okunması kimsenin işine gelmez. Doğal ebeveynliği benimsemiş çoğu anne ve baba, çocuklarının bebeklik döneminde kendilerine zor gelen bu davranışları sevgiyle kabul ederler. Bebeğin üzerimize salyasını akıtması, bizi ıslatması, yerlere yemek dökmesi ya da gecede yedi kez bizi uyandırması hiç hoş değildir. Yine de bebekle aramızda oluşan güvenle bunların onun ihtiyacı olduğunu görebilir ve bağlanmayı sağlamak sorumluluğumuzla onun bu ihtiyaçlarını sevgiyle ve yargısız kabul ederiz. Bebeğimize salya akıtmamayı ya da ihtiyaçlarının karşılanması için ağlamamasını öğretmeye çalışmayız. Yardıma muhtaç bir bebekten aktif bir küçük çocukluğa geçiş sürecinde ebeveynler, tamamen güven ve kabullenmeye dayalı yaklaşımlarından, öğretme ve mücadeleye dayalı bir yaklaşıma kayabilirler.
Bir baba, eşiyle kızlarına uyguladıkları doğal ebeveynlik yaklaşımından pişman olduğunu bana itiraf etti. Arkadaşının ”beşikte büyüyen” ve kreşe giden çocuğu “çok uyumlu” bir çocuk haline gelmişken, kızları dört yaşına geldiğinde “vahşi ve talepkar” olmuştu.
Bu açıklamayı farklı ailelerden birçok kez duyduğum için, bunun sadece çocuklar arasındaki kişilik farklılığı olduğunu söyleyemem. Asıl soru şu; diğer çocuk gerçekten uyumlu mu yoksa aslında itaatkar ve kabullenmiş mi? Sağlam bağa sahip ve güvenen çocuk gerçekten ‘vahşi ve talepkar’ mı yoksa sadece canlı, güvenli ve ne istediğini mi biliyor? Belki de zorluk çocukta değil, ebeveynler olarak bizim tutum ve yaklaşımımızdadır. Belki ihtiyacımız olan, doğal ebeveynlik yaklaşımını gerektirdiği tüm güven, onaylama ve saygı ile uzun yıllar sürdürmektir.
Doğal ebeveynlik sürecinin başında uyguladığımız pek çok şey çocuk büyüdükçe kaybolur. Ancak güven, liderlik ve şefkat gibi bazı ebeveynlik özellikleri önemini korur. Eğer bu özellikleri ebeveynliğimizde sürdürebilirsek, küçük çocuklarla hayatın daha az stresli ve derinden etkileyici olduğunu görürüz.
Bebeğimize güvenirdik. Ona hazır olmadan kaşık tutmayı öğrenmesi ya da yürümesi için ısrar etmedik. Henüz konuşamazken konuşması için zorlamadık. Doğal ebeveynlik “ahenk içinde” olmak ve çocuğun olgunlaşma ihtiyacının bizimkinden acil olduğuna güvenerek her aşamada ihtiyaçlarını karşılamaktır. Çocuk zaten bir an önce büyüme telaşındadır – onu beklentilerimizle daha da telaşlandırmak derin bir başarısızlık duygusuna neden olur ki, bu da öz saygısı düşük ve geçimsiz biri olmasına sebep olur. Tıpkı bebekken yaptığımız gibi güvene dayalı tutumumuzu sürdürerek yaptıklarının yapmaya ihtiyacı olduğunu varsayabiliriz. Tabii ki bazen çocuğun yapmaya ihtiyaç duyduğu şey tehlikeli ya da kabul edilemez olabilir. Böyle zamanlarda da biz, çocuğun hayal kırıklığı, üzüntü ya da öfke duygularına anlayış göstererek, benzer ama daha güvenli bir etkinlik sunabiliriz.
Ebeveynin liderlik rolünü anlamak için öncelikle bunun ne olmadığını anlamamız gerekir. Liderlik çocuğu yargılamak değildir, ya da kontrol etmek, ders vermek, yönetmek de değildir. Liderlik, çocuğu bizim onaylayacağımız ve işimize gelen şekilde yetiştirmeye kalkışmak değildir. Liderlik çocuğa hayatının her aşamasında, nasıl biri olursa olsun, ona güven ve saygı duymaktır. Biz çocuğu sınırlamak yerine ona mümkün olduğunca güvenli bir ortam yaratarak yardımcı olabiliriz. Ancak çocuğun ihtiyaçlarının farkında olup bu ihtiyaçları güvenli bir şekilde karşılamak için gerekli şartları oluşturduğumuzda lider olabiliriz. Çocuk koşturup çığlıklar atmak için bir alana ihtiyaç duyabilir; tırmanmak, çamura bulanmak ve suya taş atmak için dışarıda olmak isteyebilir; bağımsızlık ve özerklik tecrübesi edinmek adına oyuncaklarını ya da giysilerini dağıtması gerekebilir. Aynı zamanda kendisini tehlikeli veya uygunsuz eylemlerden korumamız için bize ihtiyacı vardır. Böyle bir liderliğe aşırı derecede bel bağlamıştır, çünkü bu olmadan kanatlarını denemeye cesaret edemez.
Liderlik yetersiz olduğunda, çocuk güveneceği, sırtını yaslayacağı kimsesi yokmuş gibi hisseder. Liderlik yetersizse güven ve saygı eksikliği zamanla birikir ve stres, kendinden şüphe ve güvensizlik duygusu oluşturur. Çocuk kendini kaybolmuş hisseder ve ailesini liderliğe zorlayabileceğini umut ettiği şeyleri – ki bunlar ebeveynlerin çoğu zaman “istenmeyen davranış” ya da aşırı talep olarak algıladıkları şeylerdir – yapabilir.
Bu tür zorlukların çoğu, güven dolu bir tutum, empati ve saygı temelli bir liderlik ile önlenebilir. Kimse ne yapacağının söylenmesinden hoşlanmaz, özellikle de çocuklar. Çocuğun bu özelliğine saygı duymak ve onun yanında olmak demek, kendisinden aldığımız ipuçlarına göre ihtiyaçlarını takip ederek ona liderlik etmek demektir. Yerlere su dökmesini engellemeye çalışmak yerine, ona açık havada bir hortum sunabilir ya da banyo küvetinde oynamaya yönlendirebiliriz. Pijamalarını giymeyi reddeden çocuğa kızmak yerine, onunla “pijamadan kaçma” oyunu oynayarak ihtiyacına yanıt verebiliriz. Gerçek bir lider çoğu zaman takip etmeyi bilendir.
Böyle davranan bir ebeveyne çocuk güvenir ve kendi yapmak istediğinin tersine yönlendirildiğinde, çocuk “Annem/ Babam benden yana” inancıyla onları daha çok dinleyecektir.
Çoğu anne babaya liderlik yapmak, çocukları bebekken kolay gelir. Bebeğe hayatının her aşamasında güvenir, onu olduğu gibi kabul ederiz. Aynı zamanda aile hayatını da idare etmemiz gerekir. Marketten çıkmamız gerektiğinde çıkarız, bebeğimiz ağlarsa onu kucaklar, destekler ve ihtiyacını karşılarız. Bez değiştirmemiz gerektiğinde değiştiririz ve bebek bundan rahatsızsa onun rahatsızlığına kulak veririz, Eğer ağzına güvenli olmayan bir nesne götürüyorsa, onu elinden alır ve bir alternatif sunarız. Bebek onu korumamız ve kendisi ya da diğerleri için iyi olmayan herhangi bir şeyi yapmasını önlememiz için bize güvenir. Onun emniyeti için devreye gireceğimize güvenerek, her şeyi deneyecektir. Ebeveynlerine aşırı derecede bel bağlamıştır. İşte aynı şekilde, küçük çocuk da onu korumamız ve zarar vermesini engellememiz için bize güvenir.
Sınırlar
Aslında “sınır koymak” sözünü, kendi çocuklarım ve danışmanlık yaptığım aileler ile hiç kullanmam. Bazen çocuklarımıza açıkça belli olmayan sınırları göstermemiz gerekebilir, ama fiziksel ve sosyal gerçekliğin mevcut sınırlarına fazlasını eklememeliyiz. Çocuk zaten sürekli sınırlarla karşılaşmaktan had safhada huzursuzdur. Modern yaşamın getirdiği, teknoloji, sık yolculuklar ve yüksek stimulasyon çocuklarımıza fazla gelebilir. Çocukta stres yaratan sadece bu aşırı yüklenme değildir. Aynı zamanda biz de emniyet kemeri takılması,otoparkta koşulmaması, elektrikle oynanmaması gibi çocuk için hiçbir anlam ifade etmeyen ve strese bağlı davranışlara neden olacak birçok sınırlar koymak zorunda kalırız.
Neyse ki çoğu sınırı kendisi yaşarken öğrenir ve bizim müdahale etmemiz gerekmez. Bizim görevimiz aslında çevremizdeki bazı sınırları ortadan kaldırarak, çocuğumuzun hayatındaki çaresizlik miktarını azaltmaktır. Bence küçük bir çocuğun hayatındaki sınırların sayısını sınırlamak, karşılaşacağı sınırlarla daha kolay başetmesine yardımcı olur. Ancak çocuğun hayatındaki zorluklar ve düş kırıklıklarını tamamen yok etmemiz gerekmez. Onun tercihlerine ve eğilimlerine güvenebiliriz. Düş kırıklığı, çocuğun kendisi dışında birisi tarafından organize edilmediği sürece, büyüme için sağlıklı bir basamaktır.
En küçük oğlum Oliver, 3 yaşındayken, sahilde kayalara tırmanıyordu. Ben yanında hazır bekliyordum. Çok geçmeden “burası korkutucu” dedi ve inmek için benden yardım istedi. Ben de kayadan inmesi için kendisine yardımcı oldum. Onu kucağıma alıp kolayca yere indirmedim. Yüksekte olmaktan korkulacağını nereden biliyordu? Yerçekimi ile ilgili fiziksel limiti, önceki düşmelerinden, devrilen oyuncak blok kulelerinden ve diğer günlük deneyimlerinden öğrenmişti. Şimdi yerçekimi ve yüksekliklerle ilgili başka bir boyutu öğreniyordu. Hayatın kendisi öğretmendir. Mücadele ve hayal kırıklığını kendi yarattı ve emniyeti için bana güvendi. Bana güvenmeseydi, böyle bir zorluğa meydan okumaya cesaret edemezdi. Özgüven çocuğun kendi sınırlarının ötesine geçebilme kabiliyeti sonucunda oluşur.
Bu güven tavrımızı sürdürerek, çocuğun yaptıklarına gerçekten ihtiyacı olduğuna güvenebiliriz – aynen bebekken ona güvendiğimiz gibi. Kurallarımızı en azda tutabilir ve kendisi sonsuz sınırlar ve buluşlar boyunca dolanırken onun güvenliğini koruyabiliriz. Yaptığı bir şeyi durdurmamız gerektiğinde, çocuğun bizim liderliğimize güveni, kendisine nadiren uygulanan sınırı kabul etmesine yardımcı olacaktır. Çocuk parkından ayrılmamız gerektiğinde, onu duyarlı bir şekilde kucaklayıp gözyaşlarını sözlerimizle onaylayarak, ve onu dinleyerek eve götürebiliriz.
Çocuğumuzu hayatın acılarından ve hayal kırıklıklarından koruyamayız. Aksi takdirde güçsüz bireyler olacaklarından bu zaten arzu edilen bir şey değildir. Bu durumda tek yapabileceğimiz, onun eşsiz ve kişisel “ilerleyişi”nde, şefkatli yoldaşları olmaktır. O da böylece hayatın farklı yüzlerini deneyimlemeyi, empati ve yakınlığa değer vermeyi öğrenecektir. Duygusal esneklik kazanacağı gibi zorlukların üstesinden gelme yeteneğine de güvenecektir.